Gümüşlük anılar 1; Yalçın Çakır Gümüşlük
GÜNCE

Gümüşlük anıları 1

Gümüşlük | Anılar | Günce

GÜMÜŞLÜK GÜNCESİ

Gümüşlük anıları

Gönüllü Sürgün ©

Hemen, peşinen söyleyeyim. Yukarıdaki fotoğrafı yeğenim Ulaş Fıratlı çekti. Ben başka bir fotoğraf kullanmıştım. Sayfayı gördü. Ve hemen "olmaz" dedi. "Ben çekeyim, doğru dürüst bir fotoğrafın olsun sayfanda." Ve başladı çekmeye. Bu arada Ulaş Fıratlı, 11 yaşında bir dijital çağ çocuğu... Kendisine teşekkür ederim.

Gümüşlük'le tanışmam bir kaç yıl öncesine dayanıyor. Önce çocuğumun anneannesi Nedret Fıratlı (emekli öğretmen) ve onun ablası Nükhet Ünür (emekli öğretmen) Gümüşlük'e taşındı. Ben de onları ziyaret ve yaz tatili bahanesiyle geldim bu şirin beldeye.

Sahiline ayak bastığım anda tutkulu bir aşkla bağlandım. Havası ciğerlerime, doğası objektifime, gün batımı sensörüme, dalga sesleri usuma yapıştı kaldı. İnsanlarını tanıdıkca da daha çok sevdim ve kaçınılmaz sona doğru yelken açtım. O gün, bugündür Gümüşlüklü sayıyorum kendimi. Ama kolay olmadı. Alışkanlıkları, sevdiklerini, maaşını, gelirini, ekranı geride bırakıp bambaşka bir hayata adım atmak zordu... İşte bu yazılarda o zorlukları ve sonrasını paylaşacağım sizlerle...

Biraz felsefi, biraz ailevi, biraz kişisel, biraz kaçmak-kurtulmak anlamı vardı bu radikal değişikliğin. Ama asıl derdim meslek yaşamımın son 25 yılının yükünden, kirinden, pasından, alışkanlıklarından, yorgunluğundan arınmak ve o yılları kitaba çevirmekti.

Yani "Yalçın Abi"yi yazmaktı. Ekranların fenomeni, Türk televizyonlarında reality şovun ilk mucidi, kimine göre dert babası, kimine göre ruh hastası bu adamın gerçekten de ruh hastası olmasına yaklaştığı son 25 yılının hikayesini kaleme almaktı asıl amacım. Üstelik bunu ruhumu en iyi temizleyeceğine inandığım Gümüşlük'te yapmayı kafaya koymuştum. Hatta kitabın adını bile bulmuştum;

Gönüllü Sürgün ©

Peki ne mi oldu?

Olmadı... Olamadı!..

Gümüşlük benim için sadece yazları 5-10 gün gidebildiğim bir hayal oldu. Kaldı... Kopamadım. Sıkışıp kaldığım ve sürekli patinaj yaptığım o çemberin içinde kıyılara vuran dalgalar gibi kendi gel gitlerimle boğuşup durdum. Aile, arkadaşlar, ekran, şöhret, kazan, kazandıkca harca, harcadıkca daha çok kazan ve delikleri kapatmak için saldır. Saldırdıkca daha çok tüket, tükettikce daha çok tüken...

Sonuç!..

Yerleşemedim Gümüşlük'e. Gelemedim. Yani "mevcut duruma devam" dedim usumu kanata kanata...

Bu kadar ciddi bir değişim ve dönüşüm kararı alacaksınız konuştuğunuz hemen herkes şunu söylüyor;

"Nasıl yapacaksın abi? Bir ek gelirin olmadan. Emekli maaşınla mümkün mü?"

"Çok güzel bir hayal de... De işte... Bunca şeyi bırakıp gidemezsin kardeşim..."

"Yaa abi bir evin olmadan olmaz. Önce bırak bu idealist ayakları da para kazan. Ohoo bende sendeki imkanlar olsa var ya tatil köyü kurardım..."

"Dur be kardeşim. Ne Gümüşlük'ü. Manyak mısın sen? Daha yaşın kaç? Tam da para kazanacakken. Otur oturduğun yerde..."

Yani kaldım. Gidemedim hiç bir yere. Benim için fotoğraflarda kalan ve kafayı çektikce içime içime attığım bir hayalden öte geçemedi Gümüşlük..

Eee... Sonra ne oldu? Nasıl oldu da herşey bir anda değişti, değişiverdi? Milli Piyango'dan para mı çıktı? Yüklüce bir miras mı kaldı? Rüşvet, yolluk, yandaşlık harcırahlarıyla palazlanıp mı değiştirdim yaşantımı? Gazeteci kimliğimi, ekran yüzümü kullanıp ihalelere mi daldım? Kendime imtiyaz mı sağlattım? Yok değil. Hiç biri değil.

Anlatayım... Anlatayım da hayatını değiştirmek isteyenlere örnek olsun isterim ama siz yine de gaza gelmeyin!..

Medya dünyasında yazılı basın, görsel basın yüzlerce iş yaptım. Hayatımın 36 yılı bu sektörde geçti. Yapmadığım iş de kalmadı diyebilirim. Muhabirlik, editörlük, yapımcılık, haber müdürlüğü, reality sunuculuğu, ana haber sunuculuğu, kitap, köşe yazarlığı, fotoğrafçılık vs... Merak edenler bu bağlantıdan bakabilir Yalçın Abi'nin geçmişine. TIKLA

Yıl 2017... Yaş olmuş 56... Bu arada Flash TV'de de 25 yılı geride bırakmışım. Dile kolay. Ben o televizyon kanalında çalışmaya başladığımda doğan bebeler şimdi delikanlı, genç kız. Bu kadar uzun süre bir iş yerinde çalışılır mı? Çalışılır. Seve seve, söve söve, döve dövüle, mecbur hissede hissede çalışılır. Ancak çemberin dışına çıkıp da mecbur hissettiklerinizden kurtularak geriye baktığınızda iş işten geçmiş ömrünüzden yıllar gitmiştir artık. Ama nafile. Geçmişi geri alamazsınız.

İnişler, çıkışlar, kavgalar, dövüşler, fındık kabuğunu doldurmayacak ama zamanında büyük sorunmuş gibi gördüğümüz dertler, sıkıntılar, çekişmeler, tepişmeler. Şerefli, şerefsiz bir yığın insanla zorunlu, mecburen, isteyerek ya da istemeyerek sürüp giden ilişkiler. Ve hiç bitmeyecekmiş gibi bencilce tükettiğimiz günlerimiz...

Her cenazede, "bu hayat yalan abi... Adam gibi yaşayacaksın. Kimseyi kırmayacaksın. Öteki dünyayı unutmayacaksın" masalları. O masalları anlatanların daha meftanın duası okunurken hırslarına, arzularına, yalan ve talanlarına yenik düşüşünün Türkçe sinemaskop galaları...

Hesaplar, kitaplar, ödemeler, borçlar, kazançlar, tatiller, güzel anlar, kötü zamanlar... Yat kalk, işe git. Cumayı bekle. Coş, kop, içine kapan, ağla, gül, özle, özlet, ye, iç, sıç... Hafta sonu aman unutma resim paylaş.

"Spordayım aşklarım..."

"Kitap okuyorum dostlarım..."

"Ne entelim, ne dantelim ama yaaa... A ha ha ha haaa... Alkışlayın canlarım..."

Bu arada elmanın içindeki kurtçuk gibi yiyip duruyorsun saklandığın ve adına hayat dediğin o kovuğu. Yedikçe şişiyor, semiriyor, şekil ve yapı değiştiriyorsun. Ve sonra elma bitiyor geriye kalıyor sapı... O sapı da pamuğa sarıp tıkıyorlar; bitti...

The End...

Yani bildiğiniz pamuk... Ne altın, ne para, ne makam, ne şan ne de şöhret... Ne dolarlarınız, ne gökdelenler ne de esiri olduğunuz alışkanlıklarınız. Size sokuşturacakları son şey bir şey var; "pamuk..."

Geride kalanlar mı, yesin birbirini!.. Senin bıraktığın yerden devam etsin adına hayat denen kısır döngüler...

Sözün özü;

"Mal da yalan, mülk de yalan... Var biraz da sen oyalan..."

Ben 2017 yılından devam edeyim anlatmaya. Yani benim Gümüşlük maceramın hemen öncesinden... Biraz masal gibi anlatacağım bundan sonra olanları ve de olacakları. Ama hepsi gerçek...

Soğuk ama çok soğuk bir kış günüydü. Aylardan Şubat. Hastayım. Zangır zangır titriyorum. Nefes almakta zorlanıyorum. Flash Tv'de ana haberi sunuyorum. Ama iyi değilim. Göğsüm sıkışıyor. Uyku uyuyamıyorum. Uyumaya çalıştığımda kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor. Gözümü her kapattığımda nefes alamamaktan kaynaklı panikle fırlıyorum yattığım yerden.

Üstelik bu arada ikisi yaz aylarında olmak üzere toplamda 3 kez gözüm kararıp bayılmışım canlı yayınlarda. Her seferinde hastane acillerinde geçen saatlerden sonra yine işime dönmüşüm!.. Doktorlar içinde şeker olan herşeyi, alkolü, sigarayı, ekmeği, makarnayı, kızartmayı yasaklamış... Stresten uzak durmam, iyi uyku uyumam, düzenli spor yapmam ve artık kendime bakmam gerektiğine karar vermişler. Üstelik sabah akşam bir avuç ilaç içmem gerekiyor. Tüm bunlardan sonra kendimi saksıda zorla yaşatılan orman bitkisi gibi hissediyorum.

Bir meslektaşım aradı, geçmiş olsun demek için;

"Geberecen oğlum ekran, şöhret, para diye diye. Bırak bu işleri de git bi köyde yaşa..."

Çok hızlı kilo kaybı yaşadım. Korkumdan alkole, tatlıya, ekmeğe, unlu mamullere el süremiyor ve hatta yemek yiyemiyordum neredeyse. Ve eridim. 90'lı kilolardan 50'lere geriledim. Kilo kaybı bir yana psikolojik olarak da iyi gitmiyorudum bu arada. Ruh halim; kararmış, patlamak üzere olan gökyüzündeki bulutlar gibi paramparça. Ekranmış, şöhretmiş, maaşmış umrumda değil ama yine de Pavlov'un köpeği gibi hergün bu boğulduğum alışkanıklarımla debeleniyorum.

Hayat böyle akıp giderken günlerden bir gün telefonum çaldı.

Arayan kişiyle aramda aynen şu diyalog geçti;

"- Yalçın abiiiii... Naberrrr? Ben Kadir abiii... Kadir Gülnahar. Hatırladın mı?.."

"Yok hatırlamadım kardeş. Buyur..."

"Abii ben sizde magazin muhabiriydim... Şimdi yapımcıyım bi görüşelim mi?"

"Kardeş yayına gireceğim. Hatırlamadım. Ben seni ararayayım mı?.."

"Abi Kadir yaaa... Kadir Gülnahar. Orada çalışırken daha çocuktum. Sende beni çok takdir ederdin..."

"Yaaa. Allah, Allah.. Hatırlamadım. Ben seni ararım..."

Adamın suratına telefonu kapattım. Normalde böyle terbiyesizlikler yapmam. Hatta hava atarım çevreme;

"Arandım da arandım. Teklif geldi. Hüloooğğğ..."

Ama iyi değilim, dedim ya... Yayına girdim haberleri sunarken yine bayılmak üzereydim. Gerçekten kötüydüm. Öleceğimi düşündüm. Yayın yönetmeni İbrahim Akın bir kaç kez durumumu sordu. Kahraman edasıyla, "Yok birşeyim. Sunarım" dedim. Yayın bitti ben de bittim. Doğru Okmeydanı SSK hastanesi acili...

Elektro vs... Ve eve döndüğümde sabaha kadar süren kabuslarla dolu bir gece. Sonra oturup kendimle yaptığım açık, mert, dürüstce bir yüzleşme...

Sonuç mu?..

Yazının devamında...